Vesaire
25 Şubat 2015, 00:00
Dinin aslında bulunmayan, birtakım yollarla sonradan dine sokulan ve dinî inançmış gibi telakkî edilen söz, fiil ve davranışların tümü bid'at ve hurafe kapsamına girmektedir.
Dinler tarihi incelendiği zaman görülecektir ki; hemen hemen her devirde bid'at, hurafe ve batıl inanışlar, toplumların ortak problemi olmuş, daima gündemdeki yerini ve önemini muhafaza etmiştir. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Birçok hurafe, dinimizin esas tâlimatı arasına zararlı bir "parazit" gibi karışmıştır. Maalesef bugün okumuş-câhil, pek çok müslüman bu hurafelere inanmaktadır. O kadar ki bazıları, bu hurafeleri adeta dinî bir hüküm zannetmekte, hatta ve hatta birçok insan bunu din adına samimi bir şekilde savunmakta ve bu davranışını "hakiki dindarlık", bunlara karşı çıkmayı ise "dinden uzaklaşma", "itaatsızlık" ve "inançsızlık" olarak kabul etmektedirler. Halbuki, Dinin kabul etmediği anlayış, inanış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Tam tersine hurafe ve batıl inanışlar, farkına varmadan kişileri, inandıklarını söyledikleri dinin gerçeklerinden ve özünden uzaklaştırır. Gerçek dindarlık, ancak Dinimizin ana kaynaklarında bulunan itikad, ibadet ve ahlak esaslarını kabul etmek ve hayatımızı bu prensipler çerçevesinde düzenlemekle mümkündür.
Bugün insanımızın benimsediği batıl inançlar içinde akla, mantığa uymayan, İslam Dininin emirleriyle hiç bağdaşmayan öyle saçma fikirler vardır ki, insan bunlara inananlara hem hayret ediyor, hem de üzülüyor.
Zira kimi, dişi ağrıyanın mezar taşını ısırıp arkasına bakmadan evine dönerse ağrısının kesileceğine, kimisi bazı mahallerdeki ağaç, türbe ve mescit pencerelerine bez bağlamakla, taş yapıştırmakla dileğinin yerine geleceğine, kimisi de cuma günü ezan okuyan müezzine minareden başörtüsü sallatırsa, kısmetinin açılacağına inanmaktadır.
Bu arada baykuşun ötmesinden, köpeğin havlamasından, kurbağanın sesini yükseltmesinden, yıldız kaymasından, göz seğirmesinden, burun kaşınmasından, kulak kızarmasından nice mana ve hükümler çıkarmaktadır. Cuma gecesi ev temizlemenin, cumartesi günü de çamaşır yıkamanın uğursuzluk getireceğine inananların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Ashab-ı Kiram ve gerçek İslam âlimleri, bu çeşit batıl inançlarla asırlar boyu mücadele etmişler, hala da edilmektedir. Ama ne yazık ki hurafelerin ve yanlış âdetlerin kökü bir türlü kurutulamamıştır.
Toplumların ortak kültürel ve sosyal derdi olan bu batıl inançların neşvü nema bulmasına, kök salmasına zemin hazırlayan birçok sebep vardır. Cehalet, âdet, gelenek, görenek, menfi propaganda, çıkar hesapları, kişisel zaaflar, insanların saf ve temiz inançlarını istismar, dini yanlış anlatma... gibi sebepler, hurafe ve batıl anlayışların ortaya çıkmasına ve yayılmasına neden olan faktörlerden bazılarıdır.
İnsan, yaratılış itibariyle inanmaya ve telkine müsait bir varlıktır. Başına bir dert, bir bela geldi mi, deva ve şifa umuduyla her çareye başvurmakta, her duyduğunu yapmaya kalkışmaktadır.
İşte insanın bu zaafını iyi bilen bazı kimseler, (üfürükçüler, muskacılar, cinciler, falcılar) bundan istifade etmesini bilmektedirler. İnsanın duygu, düşünce ve inancını istismar ederek onu, yanlış yollara sevk etmekte ve menfaat sağlamakta, hatta çevresinde manevî otorite kurabilmektedirler.
Ancak biz inanıyoruz ki, iyi niyetli, temiz düşünceli müslüman kardeşlerimizi bu kötü niyetli insanların istismarından kurtarmak için onları uyarmak ve eğitmek gerekmektedir. Zira halkımızın sağduyusu sağlamdır. Hurafe inançların ortadan kaldırılması için yılmadan, usanmadan doğru olanı söylemek ve öğretmek gerekir.
Hak gelince batılın ortadan kalkacağını Kutsal Kitabımız haber vermektedir.2 Nitekim İslam Dininin gelmesiyle yeryüzünde bir sürü batıl inanç yıkılmış ve ortadan kalkmıştır. Günümüzde görülen bazı yanlış inanç ve adetlerin devam etmesi, İslam'ın güçsüzlüğünden değildir. Zira İslam esaslarını, İslam düşüncesini iyi bilen hurafeye, safsataya kanmaz. Hurafelerin devam etmesi, halkın çoğunluğunun İslam Dininin emir ve yasaklarını iyi bilmeyişinden, bizim de halkımızı iyi eğitemeyişimizdendir. İşte bu noksanlığı gidermeye bir nebze katkıda bulunmak amacıyla bu makaleyi yazma ihtiyacını duydum.
Kısmet Açmak
Adana ve çevresinde de ülkemizin pek çok yerinde olduğu gibi kısmet açmak içinçeşitli adet ve inanmalar uygulanmaktadır. Bunlardan bir bölümü, genç kız veya bir yakınıtarafından anahtar veya kilitle cami önünde uygulanan davranış kalıplarıdır.
•Perşembe akşamı kilit bir genç tarafından kapatılır. Kız bunu yastığının altınakoyar. Bu kilit cuma günü namazdan ilk çıkana açtırılır. Bu işlem üç cumatekrarlanır.
•Cuma günü namaza ilk giren kişiye bir kilit verilir. Bu kişi camiye girerken kilidikapatır, çıkışta da dualarla açar.
•Cuma günü namazdan ilk çıkan kişiye kız veya yakını kilit açtırır.
•Dört yol ağzında kilit açılır.
•Kilidin ağzı açık bırakılır, okunur, üflenir.
•Göbek üstünde kilit açtırılır.
•Adana'da bulunan "Bebekli Kilise"nin papazına kilit açtırılır.
•Cuma günü camiden çıkan bir kişiye açtırılan kilit, evin kapısının iç tarafına asılır.
•Dört yol ağzında kız çeyizi açılır.
•Genç kızın kısmetinin açılması için, çeyiz bohçası dualarla üç "cuma" açılır.
•Genç kız üstünde büyük bir anahtar taşır.
•Anahtar dualarla okunur, kıza verilir, kız akarsuya atar.
Örneklerimizde de görüldüğü gibi, kapalı olan kısmetin açılabilmesi için "açma"eylemi yapılmaktadır. Halk kültüründeki inanışlara göre kapatılan veya kapalı duran nesnelerkapalılığı, bağlılığı çağrıştırır. Bu inançla, benzerlik öğesinden yararlanılarak, kapalı olannesneler açılmaktadır. Bu pratiklerde, kapalı olan kilit büyüsel obje olarak kullanılmakta,kilidin kapalılığı ile kısmetin kapalılığı arasında ilişki kurulmakta, kilidin açılmasının,kısmetin açılmasını çağrıştıracağı düşüncesiyle kilit açılmaktadır. Aynı işlemin kapalı durançeyiz bohçasını açma eylemiyle tekrarlandığını görüyoruz. Açma eyleminde dinsel öğelerkullanılmakta, kilidin açılması veya bohçanın açılması Müslümanlar için kutsal gün olancuma günü yapılmakta, eylemi yapan kişi dinsel bir kişi papaz, hoca veya camiden çıkan ilkkişi olmaktadır. (Bebekli Kilisenin papazına kilit açtırma eylemi, Adana'da bazı çevrelerde,işleri iyi gitmeyen kişilerin sıkça uyguladığı bir davranış şeklidir.) Açma eyleminin anahtarla yapılıyor olması, anahtarın tek başına kısmet açmada büyüsel obje olarak kullanılmasına daneden olmaktadır. Yapılan işlemlerde halk kültüründe kutlu sayı olarak kabul edilen üç sayısıesas alınmaktadır. Halk kültüründe büyüsel bir gücü olduğuna inanılan dört yol ağzı, pek çökpratiğin uygulandığı yer olmaktadır. Böylece, her yöne açık olan bu yerde yapılan işlemin deolumlu sonuç vereceğine inanılmaktadır. Büyüsel pratiklerde rastlanan "akarsu" öğesi,yapılan işlemin tıpkı akan su gibi engel tanımaması, yoluna devam etmesi içinuygulanmaktadır. Halk kültüründe su, pislikleri giderici, arındırıcı özelliğinden dolayı kutluvarlıklardan kabul edilir, büyüsel işlemlerde iyi sonuç almak için kullanılır.Adana ve çevresindeki kısmet açma pratiklerinin bir bölümünde de; hocanın üstünedualar yazdığı yedi tane taşın, genç kız tarafından dualarla akarsuya atılması, yeni alınmış birsüpürgenin, cuma günü okunmuş suyla yıkandıktan sonra, bu süpürgeyle evin önününsüpürülmesi, ardından süpürgenin bir camiye verilmesi pratiklerini görürüz. Bu pratiklerde desuyun temizleyici, arındırıcı gücünden, süpürgenin de temizleme özelliğinden yararlanılarakbüyüsel obje olarak kullanıldığı görülür. Okunmuş suyla yıkanarak üstün güçlerledonatıldığına inanılan süpürge, evin önünde var olduğuna inanılan kötü güçleri süpürmede,temizlemede kullanılmaktadır. Halk kültüründe kutlu sayı olarak kabul edilen yedi sayısına,yedi taşın üzerinin okunması pratiğinde de rastlıyoruz.Ayrıca, bağlanan kısmetin çözülmesinde veya açılmasında, içinde tersten yazılmışduaların bulunduğu bir muskanın genç kız tarafından boyunda taşındığı görülmektedir.Böylece, yapılan bu karşıtlık büyüsüyle, kısmetin açılmasının yine dua yazılarak çözüleceğineinanılmakta, yazma işlemi bu kez tersten yapılarak büyünün tersine dönmesi sağlanmayaçalışılmaktadır. Son zamanlarda, sokakta satılan, içinde tanrının güzel adlarının ve dualarınyazılı olduğu "cevşen" adlı deriden yapılmış bir muska, ülkenin pek çok yerinde olduğu gibiAdana'da da gençler arasında boyunda taşınır olmuştur. Genç, boynunda taşıdığı bu muska ilekötülüklerden korunacağına inanmaktadır.
Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler:
Bilindiği gibi dinimiz temiz olmayı ve temizliğe uymayı emreder. Peygamber Efendimiz 15 asır evvel; "Ölüm gelmeden evvel, hayatın, hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilin"41 sözüyle konunun önemine çok güzel bir şekilde dikkatleri çekmektedir. Çünkü mal, mülk, mevki, makam, servet, kısaca herşey, sağlık ve afiyet içinde olursak anlam kazanır.
Osmanlı padişahı Kanunî Sultan Süleyman'ın şu deyişi ne kadar ibretlidir!..
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."
Gerçekten de insan için en büyük devlet, en büyük saadet sağlık ve afiyettir. Sağlıksız bir insan hiçbir işe yaramaz. Sağlıksız insan ibadetini bile yapamaz. Hiç kuşkusuz sağlığın sürekliliği, temizliğe ziyadesiyle riayet etmeğe bağlıdır. Bu hususta Rasulullah (s.a.v); "temizlik imanın yarısıdır"43 buyurmuştur. Bunun içindir ki, atalarımız uğradıkları ve eğemen oldukları hemen her yerde, öncelikle bilim merkezleri olarak "medreseleri", sağlık kurumları olarak "daru'ş-şifâları", inşa etmişlerdir. Anadolu şehirlerinde tarihi belgeler olarak bunlara sık sık rastlanır. Bu arada halkımızdan bazıları (daha çok cahil kimseler) sanki temizliğe riayet suçmuş gibi birtakım hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır:
- Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,
- Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,
- Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,
- Cuma günü ev süpürmek günahtır,
- Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
- Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,
- Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir.
- Gece tırnak kesilirse ömür kısalır.
- Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir,
- Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.
- Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,
- Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.
- Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.
- Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.
Örneklerini verdiğimiz bu inançların hepsi hurafedir, İslamla ilgisi yoktur. Üstelik her biri zamana, sağlığa ve imana zararlıdır.
Çaput Bağlamak:
Çaput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya milletlerinin eski dinleri olan Şamanizm'e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.
Çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları "İZİ"ler, Göktürklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan "YER-SU" ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu "YER-SU" denilen ruhları, Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu "İZİ" ler kişiden kurban isterler, kurban sunmayanlara da zarar verirlerdi. Ancak bu ruhlar çok kanaatkar oldukları için bunlara, bir bez parçası, bir tutam at kılı, hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası bile onları tatmin etmek için yeterliydi.
İşte Türkler, Müslüman olduktan sonra da bu adetlerini büsbütün bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da o yörede bulunan bazı kayalara çaput bağlamak suretiyle eski adetlerini Müslümanlaştırmak istemişlerdir. Oysa böyle bir âdet İslam'da yoktur.
Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bazı mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef birçok kadın, bu yerlere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır. Bazıları da böyle ağaçlara çaput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına ümit beslemektedir. Anadolu'da ağaçlara bez, paçavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek çok yer vardır.
İslam âlimleri böyle adetlerle asırlarca mücadele etmişlerdir. Bir çok batıl inancın kalkmasını sağlamışlarsa da, tamamen yok edilememiştir. Hala birçok yöremizde türbe pencerelerine, bazı ağaçlara çaput bağlandığı, duvarlarına taş yapıştırıldığı veya cami havuzlarına ve pınarlara para atıldığı bir gerçektir.
Kadınlar ile ilgili hurafeler:
Tarih incelendiği zaman görülüyor ki kadın, asırlar boyu ihmal edilmiş, horlanmış, en ağır zulüm, baskı ve işkencelere maruz tutulmuştur. 19. yüzyılın ortalarına kadar, gerek Avrupa, gerek Asya'da kadın, hukukundan yoksun bırakılmıştır.
Mesela; Yahudi kızları babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, İran'da Mezdek, ana ve kız kardeşle evlenmeyi meşru gören yeni bir din kurmuştu. Çin ve Hind gibi çok eski milletlerde de kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Hind'de kadın, zavallı bir yaratık olarak kabul ediliyor, her türlü aşağılık arzulara alet ediliyordu. Kadın okumaktan uzak tutuluyor, ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının dini efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.
Eski Yunanlarda da kadın, medeni haklar adına hiçbir şeye mâlik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.
Eski Roma'da da kadının durumu çok feciydi. Hatta Roma'da bazı toplantılarda, kadının ruhsuz ve hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı bile vakidir.44
Ortaçağda Bizansın en şaşalı zamanlarında bile kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Bizans'ta kadının durumu kısaca şöyleydi: Kadın erkeğin malı idi. Erkeğin onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvet malı olarak kabul edilirdi. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır, başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni ve çocuklara bakmak için lazımdı.
1788 yılına kadar kadın İngiltere'de de kocasına mutlak itaata mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi. 1888 yılında İngiliz piskoposlarından "Dour", Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu: "Bundan 100 sene öncesine kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze karışması da câiz değildi. Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocukları ise analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla değer vermezlerdi."
İslamiyetten önce Arap yarımadasında da kadının durumu yürekler acısı idi. Araplar kızlara karşı nefrette o kadar ileri gidiyorlardı ki, yaşama hakkını dahi onlara çok görüyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine fazilet kabul ediyorlardı. Herhangi birisinin bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman öfkesinden o suçsuz günahsız çocuğu diri diri toprağa gömerdi.
İslam'a kadar bütün dünyada kadın değersiz bir yaratık olarak kabul edilmiş, yüzyıllar boyu ona hiçbir sosyal hak verilmemiştir. İslam, o zamana kadar kadınlara verilmeyen haklar getirmiş, kadını özgürlüğüne kavuşturmuştur. İslam'a göre kadın erkeğin eşi, yardımcısı ve danışmanı olarak kabul edilmiştir. Ona, aile içerisinde söz hakkı tanınmış ve birtakım görevlerle yükümlü kılınmıştır. Hz.Muhammed (s.a.v); "kadın da kocasının evinde bir çobandır ve yönetimi altında olanlardan sorumludur"48 buyurmuş, onun aile içinde söz sahibi olduğunu cihana ilan etmiştir.
İslam'da kadına işkence etmek, onu horlamak, küçük görmek, mal varlığına tecavüz etmek yoktur. Kadına aile içinde ve toplumda saygı esastır. Nitekim Peygamberimiz; "sizin en hayırlınız kadınlarına karşı en iyi davrananızdır"buyurmaktadır.
İslam göre kadın da erkek gibi inanç, amel ve ahlak hükümleriyle yükümlüdür. İyilik ve doğruluk üzere davranmada, kötülüklerden sakınmada aynen erkek gibidir. Kadın hukuk açısından ve haklarını kullanması bakımından o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ve hiçbir dinde görülmeyen geniş yetkilere kavuşmuştur.
Dünyanın her yerinde insan haklarının çiğnendiği, insan ve kadın ticaretinin yapıldığı, kadına hiçbir hakkın tanınmadığı, her türlü zulüm ve hareketin reva görüldüğü, bir mal gibi elden ele satıldığı, hatta uzun süre "kadının ruhu var mıdır, yok mudur?" diye tartışmasının yapıldığı bir çağda, İslam'ın ve sevgili peygamberimizin kadın haklarına karşı gösterdiği titizlik, hiç şüphesiz yüce dinimiz İslam'ın getirdiği yeniliklerdir. Tarih budur, gerçek budur.
İslam kadını bu şekilde değerlendirmesine rağmen, maalesef bazı cahil kişilerin gözünde o, hala "saçı uzun, aklı kısa" kabul edilerek ezilmeye, horlanmaya mahkum bir varlık gibi muamele görmektedir. Toplumumuzda kadın hakkında söylenen bir sürü hurafeler vardır. İşte kız, kadın ve gelinler hakkında söylenen hurafelerden bazı örnekler;
- Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.
- Kısa boylu kadın uğursuzdur.
- Hayızlı kadın sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur.
- Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur.
- Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.
- Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır.
- Çocuğu ölen kadın cuma günü iş yapmaz.
- Gelin olanın duvağı evde kalmış kızın başında çözülürse bahtı açılır.
- Aş veren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur.
- Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir.
- Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur.
- Evli birinin yüzüğünü bekar kız takarsa kısmeti kesilir.
- Doğum yapan kadın yedi gün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür, başka bir çocukla değiştirir.
- Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa al basmaz.
Dinler tarihi incelendiği zaman görülecektir ki; hemen hemen her devirde bid'at, hurafe ve batıl inanışlar, toplumların ortak problemi olmuş, daima gündemdeki yerini ve önemini muhafaza etmiştir. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Birçok hurafe, dinimizin esas tâlimatı arasına zararlı bir "parazit" gibi karışmıştır. Maalesef bugün okumuş-câhil, pek çok müslüman bu hurafelere inanmaktadır. O kadar ki bazıları, bu hurafeleri adeta dinî bir hüküm zannetmekte, hatta ve hatta birçok insan bunu din adına samimi bir şekilde savunmakta ve bu davranışını "hakiki dindarlık", bunlara karşı çıkmayı ise "dinden uzaklaşma", "itaatsızlık" ve "inançsızlık" olarak kabul etmektedirler. Halbuki, Dinin kabul etmediği anlayış, inanış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Tam tersine hurafe ve batıl inanışlar, farkına varmadan kişileri, inandıklarını söyledikleri dinin gerçeklerinden ve özünden uzaklaştırır. Gerçek dindarlık, ancak Dinimizin ana kaynaklarında bulunan itikad, ibadet ve ahlak esaslarını kabul etmek ve hayatımızı bu prensipler çerçevesinde düzenlemekle mümkündür.
Bugün insanımızın benimsediği batıl inançlar içinde akla, mantığa uymayan, İslam Dininin emirleriyle hiç bağdaşmayan öyle saçma fikirler vardır ki, insan bunlara inananlara hem hayret ediyor, hem de üzülüyor.
Zira kimi, dişi ağrıyanın mezar taşını ısırıp arkasına bakmadan evine dönerse ağrısının kesileceğine, kimisi bazı mahallerdeki ağaç, türbe ve mescit pencerelerine bez bağlamakla, taş yapıştırmakla dileğinin yerine geleceğine, kimisi de cuma günü ezan okuyan müezzine minareden başörtüsü sallatırsa, kısmetinin açılacağına inanmaktadır.
Bu arada baykuşun ötmesinden, köpeğin havlamasından, kurbağanın sesini yükseltmesinden, yıldız kaymasından, göz seğirmesinden, burun kaşınmasından, kulak kızarmasından nice mana ve hükümler çıkarmaktadır. Cuma gecesi ev temizlemenin, cumartesi günü de çamaşır yıkamanın uğursuzluk getireceğine inananların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Ashab-ı Kiram ve gerçek İslam âlimleri, bu çeşit batıl inançlarla asırlar boyu mücadele etmişler, hala da edilmektedir. Ama ne yazık ki hurafelerin ve yanlış âdetlerin kökü bir türlü kurutulamamıştır.
Toplumların ortak kültürel ve sosyal derdi olan bu batıl inançların neşvü nema bulmasına, kök salmasına zemin hazırlayan birçok sebep vardır. Cehalet, âdet, gelenek, görenek, menfi propaganda, çıkar hesapları, kişisel zaaflar, insanların saf ve temiz inançlarını istismar, dini yanlış anlatma... gibi sebepler, hurafe ve batıl anlayışların ortaya çıkmasına ve yayılmasına neden olan faktörlerden bazılarıdır.
İnsan, yaratılış itibariyle inanmaya ve telkine müsait bir varlıktır. Başına bir dert, bir bela geldi mi, deva ve şifa umuduyla her çareye başvurmakta, her duyduğunu yapmaya kalkışmaktadır.
İşte insanın bu zaafını iyi bilen bazı kimseler, (üfürükçüler, muskacılar, cinciler, falcılar) bundan istifade etmesini bilmektedirler. İnsanın duygu, düşünce ve inancını istismar ederek onu, yanlış yollara sevk etmekte ve menfaat sağlamakta, hatta çevresinde manevî otorite kurabilmektedirler.
Ancak biz inanıyoruz ki, iyi niyetli, temiz düşünceli müslüman kardeşlerimizi bu kötü niyetli insanların istismarından kurtarmak için onları uyarmak ve eğitmek gerekmektedir. Zira halkımızın sağduyusu sağlamdır. Hurafe inançların ortadan kaldırılması için yılmadan, usanmadan doğru olanı söylemek ve öğretmek gerekir.
Hak gelince batılın ortadan kalkacağını Kutsal Kitabımız haber vermektedir.2 Nitekim İslam Dininin gelmesiyle yeryüzünde bir sürü batıl inanç yıkılmış ve ortadan kalkmıştır. Günümüzde görülen bazı yanlış inanç ve adetlerin devam etmesi, İslam'ın güçsüzlüğünden değildir. Zira İslam esaslarını, İslam düşüncesini iyi bilen hurafeye, safsataya kanmaz. Hurafelerin devam etmesi, halkın çoğunluğunun İslam Dininin emir ve yasaklarını iyi bilmeyişinden, bizim de halkımızı iyi eğitemeyişimizdendir. İşte bu noksanlığı gidermeye bir nebze katkıda bulunmak amacıyla bu makaleyi yazma ihtiyacını duydum.
Kısmet Açmak
Adana ve çevresinde de ülkemizin pek çok yerinde olduğu gibi kısmet açmak içinçeşitli adet ve inanmalar uygulanmaktadır. Bunlardan bir bölümü, genç kız veya bir yakınıtarafından anahtar veya kilitle cami önünde uygulanan davranış kalıplarıdır.
•Perşembe akşamı kilit bir genç tarafından kapatılır. Kız bunu yastığının altınakoyar. Bu kilit cuma günü namazdan ilk çıkana açtırılır. Bu işlem üç cumatekrarlanır.
•Cuma günü namaza ilk giren kişiye bir kilit verilir. Bu kişi camiye girerken kilidikapatır, çıkışta da dualarla açar.
•Cuma günü namazdan ilk çıkan kişiye kız veya yakını kilit açtırır.
•Dört yol ağzında kilit açılır.
•Kilidin ağzı açık bırakılır, okunur, üflenir.
•Göbek üstünde kilit açtırılır.
•Adana'da bulunan "Bebekli Kilise"nin papazına kilit açtırılır.
•Cuma günü camiden çıkan bir kişiye açtırılan kilit, evin kapısının iç tarafına asılır.
•Dört yol ağzında kız çeyizi açılır.
•Genç kızın kısmetinin açılması için, çeyiz bohçası dualarla üç "cuma" açılır.
•Genç kız üstünde büyük bir anahtar taşır.
•Anahtar dualarla okunur, kıza verilir, kız akarsuya atar.
Örneklerimizde de görüldüğü gibi, kapalı olan kısmetin açılabilmesi için "açma"eylemi yapılmaktadır. Halk kültüründeki inanışlara göre kapatılan veya kapalı duran nesnelerkapalılığı, bağlılığı çağrıştırır. Bu inançla, benzerlik öğesinden yararlanılarak, kapalı olannesneler açılmaktadır. Bu pratiklerde, kapalı olan kilit büyüsel obje olarak kullanılmakta,kilidin kapalılığı ile kısmetin kapalılığı arasında ilişki kurulmakta, kilidin açılmasının,kısmetin açılmasını çağrıştıracağı düşüncesiyle kilit açılmaktadır. Aynı işlemin kapalı durançeyiz bohçasını açma eylemiyle tekrarlandığını görüyoruz. Açma eyleminde dinsel öğelerkullanılmakta, kilidin açılması veya bohçanın açılması Müslümanlar için kutsal gün olancuma günü yapılmakta, eylemi yapan kişi dinsel bir kişi papaz, hoca veya camiden çıkan ilkkişi olmaktadır. (Bebekli Kilisenin papazına kilit açtırma eylemi, Adana'da bazı çevrelerde,işleri iyi gitmeyen kişilerin sıkça uyguladığı bir davranış şeklidir.) Açma eyleminin anahtarla yapılıyor olması, anahtarın tek başına kısmet açmada büyüsel obje olarak kullanılmasına daneden olmaktadır. Yapılan işlemlerde halk kültüründe kutlu sayı olarak kabul edilen üç sayısıesas alınmaktadır. Halk kültüründe büyüsel bir gücü olduğuna inanılan dört yol ağzı, pek çökpratiğin uygulandığı yer olmaktadır. Böylece, her yöne açık olan bu yerde yapılan işlemin deolumlu sonuç vereceğine inanılmaktadır. Büyüsel pratiklerde rastlanan "akarsu" öğesi,yapılan işlemin tıpkı akan su gibi engel tanımaması, yoluna devam etmesi içinuygulanmaktadır. Halk kültüründe su, pislikleri giderici, arındırıcı özelliğinden dolayı kutluvarlıklardan kabul edilir, büyüsel işlemlerde iyi sonuç almak için kullanılır.Adana ve çevresindeki kısmet açma pratiklerinin bir bölümünde de; hocanın üstünedualar yazdığı yedi tane taşın, genç kız tarafından dualarla akarsuya atılması, yeni alınmış birsüpürgenin, cuma günü okunmuş suyla yıkandıktan sonra, bu süpürgeyle evin önününsüpürülmesi, ardından süpürgenin bir camiye verilmesi pratiklerini görürüz. Bu pratiklerde desuyun temizleyici, arındırıcı gücünden, süpürgenin de temizleme özelliğinden yararlanılarakbüyüsel obje olarak kullanıldığı görülür. Okunmuş suyla yıkanarak üstün güçlerledonatıldığına inanılan süpürge, evin önünde var olduğuna inanılan kötü güçleri süpürmede,temizlemede kullanılmaktadır. Halk kültüründe kutlu sayı olarak kabul edilen yedi sayısına,yedi taşın üzerinin okunması pratiğinde de rastlıyoruz.Ayrıca, bağlanan kısmetin çözülmesinde veya açılmasında, içinde tersten yazılmışduaların bulunduğu bir muskanın genç kız tarafından boyunda taşındığı görülmektedir.Böylece, yapılan bu karşıtlık büyüsüyle, kısmetin açılmasının yine dua yazılarak çözüleceğineinanılmakta, yazma işlemi bu kez tersten yapılarak büyünün tersine dönmesi sağlanmayaçalışılmaktadır. Son zamanlarda, sokakta satılan, içinde tanrının güzel adlarının ve dualarınyazılı olduğu "cevşen" adlı deriden yapılmış bir muska, ülkenin pek çok yerinde olduğu gibiAdana'da da gençler arasında boyunda taşınır olmuştur. Genç, boynunda taşıdığı bu muska ilekötülüklerden korunacağına inanmaktadır.
Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler:
Bilindiği gibi dinimiz temiz olmayı ve temizliğe uymayı emreder. Peygamber Efendimiz 15 asır evvel; "Ölüm gelmeden evvel, hayatın, hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilin"41 sözüyle konunun önemine çok güzel bir şekilde dikkatleri çekmektedir. Çünkü mal, mülk, mevki, makam, servet, kısaca herşey, sağlık ve afiyet içinde olursak anlam kazanır.
Osmanlı padişahı Kanunî Sultan Süleyman'ın şu deyişi ne kadar ibretlidir!..
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."
Gerçekten de insan için en büyük devlet, en büyük saadet sağlık ve afiyettir. Sağlıksız bir insan hiçbir işe yaramaz. Sağlıksız insan ibadetini bile yapamaz. Hiç kuşkusuz sağlığın sürekliliği, temizliğe ziyadesiyle riayet etmeğe bağlıdır. Bu hususta Rasulullah (s.a.v); "temizlik imanın yarısıdır"43 buyurmuştur. Bunun içindir ki, atalarımız uğradıkları ve eğemen oldukları hemen her yerde, öncelikle bilim merkezleri olarak "medreseleri", sağlık kurumları olarak "daru'ş-şifâları", inşa etmişlerdir. Anadolu şehirlerinde tarihi belgeler olarak bunlara sık sık rastlanır. Bu arada halkımızdan bazıları (daha çok cahil kimseler) sanki temizliğe riayet suçmuş gibi birtakım hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır:
- Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,
- Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,
- Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,
- Cuma günü ev süpürmek günahtır,
- Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
- Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,
- Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir.
- Gece tırnak kesilirse ömür kısalır.
- Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir,
- Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.
- Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,
- Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.
- Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.
- Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.
Örneklerini verdiğimiz bu inançların hepsi hurafedir, İslamla ilgisi yoktur. Üstelik her biri zamana, sağlığa ve imana zararlıdır.
Çaput Bağlamak:
Çaput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya milletlerinin eski dinleri olan Şamanizm'e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.
Çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları "İZİ"ler, Göktürklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan "YER-SU" ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu "YER-SU" denilen ruhları, Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu "İZİ" ler kişiden kurban isterler, kurban sunmayanlara da zarar verirlerdi. Ancak bu ruhlar çok kanaatkar oldukları için bunlara, bir bez parçası, bir tutam at kılı, hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası bile onları tatmin etmek için yeterliydi.
İşte Türkler, Müslüman olduktan sonra da bu adetlerini büsbütün bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da o yörede bulunan bazı kayalara çaput bağlamak suretiyle eski adetlerini Müslümanlaştırmak istemişlerdir. Oysa böyle bir âdet İslam'da yoktur.
Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bazı mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef birçok kadın, bu yerlere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır. Bazıları da böyle ağaçlara çaput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına ümit beslemektedir. Anadolu'da ağaçlara bez, paçavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek çok yer vardır.
İslam âlimleri böyle adetlerle asırlarca mücadele etmişlerdir. Bir çok batıl inancın kalkmasını sağlamışlarsa da, tamamen yok edilememiştir. Hala birçok yöremizde türbe pencerelerine, bazı ağaçlara çaput bağlandığı, duvarlarına taş yapıştırıldığı veya cami havuzlarına ve pınarlara para atıldığı bir gerçektir.
Kadınlar ile ilgili hurafeler:
Tarih incelendiği zaman görülüyor ki kadın, asırlar boyu ihmal edilmiş, horlanmış, en ağır zulüm, baskı ve işkencelere maruz tutulmuştur. 19. yüzyılın ortalarına kadar, gerek Avrupa, gerek Asya'da kadın, hukukundan yoksun bırakılmıştır.
Mesela; Yahudi kızları babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, İran'da Mezdek, ana ve kız kardeşle evlenmeyi meşru gören yeni bir din kurmuştu. Çin ve Hind gibi çok eski milletlerde de kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Hind'de kadın, zavallı bir yaratık olarak kabul ediliyor, her türlü aşağılık arzulara alet ediliyordu. Kadın okumaktan uzak tutuluyor, ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının dini efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.
Eski Yunanlarda da kadın, medeni haklar adına hiçbir şeye mâlik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.
Eski Roma'da da kadının durumu çok feciydi. Hatta Roma'da bazı toplantılarda, kadının ruhsuz ve hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı bile vakidir.44
Ortaçağda Bizansın en şaşalı zamanlarında bile kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Bizans'ta kadının durumu kısaca şöyleydi: Kadın erkeğin malı idi. Erkeğin onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvet malı olarak kabul edilirdi. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır, başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni ve çocuklara bakmak için lazımdı.
1788 yılına kadar kadın İngiltere'de de kocasına mutlak itaata mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi. 1888 yılında İngiliz piskoposlarından "Dour", Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu: "Bundan 100 sene öncesine kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze karışması da câiz değildi. Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocukları ise analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla değer vermezlerdi."
İslamiyetten önce Arap yarımadasında da kadının durumu yürekler acısı idi. Araplar kızlara karşı nefrette o kadar ileri gidiyorlardı ki, yaşama hakkını dahi onlara çok görüyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine fazilet kabul ediyorlardı. Herhangi birisinin bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman öfkesinden o suçsuz günahsız çocuğu diri diri toprağa gömerdi.
İslam'a kadar bütün dünyada kadın değersiz bir yaratık olarak kabul edilmiş, yüzyıllar boyu ona hiçbir sosyal hak verilmemiştir. İslam, o zamana kadar kadınlara verilmeyen haklar getirmiş, kadını özgürlüğüne kavuşturmuştur. İslam'a göre kadın erkeğin eşi, yardımcısı ve danışmanı olarak kabul edilmiştir. Ona, aile içerisinde söz hakkı tanınmış ve birtakım görevlerle yükümlü kılınmıştır. Hz.Muhammed (s.a.v); "kadın da kocasının evinde bir çobandır ve yönetimi altında olanlardan sorumludur"48 buyurmuş, onun aile içinde söz sahibi olduğunu cihana ilan etmiştir.
İslam'da kadına işkence etmek, onu horlamak, küçük görmek, mal varlığına tecavüz etmek yoktur. Kadına aile içinde ve toplumda saygı esastır. Nitekim Peygamberimiz; "sizin en hayırlınız kadınlarına karşı en iyi davrananızdır"buyurmaktadır.
İslam göre kadın da erkek gibi inanç, amel ve ahlak hükümleriyle yükümlüdür. İyilik ve doğruluk üzere davranmada, kötülüklerden sakınmada aynen erkek gibidir. Kadın hukuk açısından ve haklarını kullanması bakımından o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ve hiçbir dinde görülmeyen geniş yetkilere kavuşmuştur.
Dünyanın her yerinde insan haklarının çiğnendiği, insan ve kadın ticaretinin yapıldığı, kadına hiçbir hakkın tanınmadığı, her türlü zulüm ve hareketin reva görüldüğü, bir mal gibi elden ele satıldığı, hatta uzun süre "kadının ruhu var mıdır, yok mudur?" diye tartışmasının yapıldığı bir çağda, İslam'ın ve sevgili peygamberimizin kadın haklarına karşı gösterdiği titizlik, hiç şüphesiz yüce dinimiz İslam'ın getirdiği yeniliklerdir. Tarih budur, gerçek budur.
İslam kadını bu şekilde değerlendirmesine rağmen, maalesef bazı cahil kişilerin gözünde o, hala "saçı uzun, aklı kısa" kabul edilerek ezilmeye, horlanmaya mahkum bir varlık gibi muamele görmektedir. Toplumumuzda kadın hakkında söylenen bir sürü hurafeler vardır. İşte kız, kadın ve gelinler hakkında söylenen hurafelerden bazı örnekler;
- Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.
- Kısa boylu kadın uğursuzdur.
- Hayızlı kadın sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur.
- Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur.
- Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.
- Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır.
- Çocuğu ölen kadın cuma günü iş yapmaz.
- Gelin olanın duvağı evde kalmış kızın başında çözülürse bahtı açılır.
- Aş veren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur.
- Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir.
- Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur.
- Evli birinin yüzüğünü bekar kız takarsa kısmeti kesilir.
- Doğum yapan kadın yedi gün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür, başka bir çocukla değiştirir.
- Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa al basmaz.