Üyelik tarihi: 01 Ocak 1970
Bulunduğu yer: KaranLık
Mesajlar: 885
WEB Sitesi: ...
IRC Sunucusu: ...
İlgi Alanı: Yok
Alınan Beğeni: 313
|
Ruhlarımızı aldığı için ölüm meleği olan Azrail Aleyhisselama kızmak doğru mudur ?
Azrail Aleyhisselam dört büyük melekden birisidir. Hamele-i Arş olarak bilinen Arş-ı Âla’yı taşıyan dört meleğin arasında yer almaktadır. Melekler Allah’ın elçisidir, kendi başlarına iş yapmazlar, başlarına buyruk hareket etmezler, emir altında çalışırlar, Allah onlara hangi görevi vermişse onu yaparlar.
Kur’an, melekleri anlatırken, onların hiçbir şekilde Allah’a isyan etmediklerini, verilen emri anında yerine getirdiklerini bildirir.(1)
Hz. Azrail’i anlatırken de, “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra da Rabbinize döndürülürsünüz” (2) şeklinde tarif ederek Azrail’in görevini tanımlar. Bu ayet ışığında baktığımız zaman, Hz. Azrail sadece kendine verilen görevi yapar. Allah adına çalışır, O’nun namına iş görür.
Ne kadar benzer, örnek ne kadar yerine oturur, belki tartışma götürür, ancak misal vermek gerekirse, güvenlik güçleri devlet adına hareket eder, devletin ve kanunların kendine verdiği yetkiye göre davranır. Polis bazı yerlere girmemize izin vermez, engellerse polisi suçlayabilir miyiz?
Toplumsal bir olayda bir anda suçlu suçsuz demeden herkesi toplar götürür. Daha sonra suçsuzları serbest bırakır, suçluları nezarete alır. Kendi adına iş yapmadığı, sadece aldığı emri yerine getirdiği için kimse karşı çıkmaz, herkes sonucu bekler.
Güvenlik güçlerine karşı gelemiyor, polisi suçlayamıyor, onu kötü göstermeye, gözden düşürmeye çalışamıyorsak; aynı şekilde, bütün melekler gibi Allah’tan aldığı görevi yerine getiren Hz. Azrail’i de kötü göstermeye, çirkin tanıtmaya, görevinden dolayı suçlamaya hiç mi, hiç hakkımız yoktur.
Azrail Aleyhisselam ölüm için sadece bir sebeptir. Öldürmek de diriltmek de doğrudan Cenab-ı Allah` ın fiilleridir. Bu gerçek, hadisde şöyle ifade edilmektedir:
Azrail (A.S.) Cenab-ı Hakk`a, "Ruhların kabzedilmesi vazifemden dolayı senin kulların benden şikayet edecekler, benden küsecekler." demiş, Cenab-ı Hak` da hikmetinin lisanı ile demiş ki: "Seninle kullarımın arasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım, tâ ki şikayetler onlara gidip, senden küsmesinler." (3)
Aynen bunun gibi Azrail Aleyhisselam kendiside bir perdedir. Ta ki, ölümün hakiki yüzünü göremeyen insanların haksız şikayetleri Cenab-ı Allah`a gitmesin. Çünkü ölümün hakiki güzel, rahmet yüzünü herkes göremez. Ölümü bir yokluk, hiçlik gibi düşünebilir. Bu nedenle Cenab-ı Allah ölümle, Azrail (AS) arasına hastalıkları ve müsibetleri koyduğu gibi, insanların haksiz itirazları ve şikayetleri Cenab-ı Allah`a gitmesin diye de Azrail Aleyhisselamı ölüme bir perde etmiştir. Ancak ifade ettiğimiz gibi Azrail Aleyhisselam`da diğer müsibet ve hastalıklar da sadece bir sebep olarak kalmaktadır.(4)
Azrail Aleyhisselama bu vazifesinden dolayı kızmak ve hakaret etmek imani noktadan ciddi tehlikeler taşır ve mü`mine yakışmaz. İmanın bir tek rüknüne inanmamak insanı dinden uzaklaştırdığı gibi, Cenab-ı Allah` ın ölüme bir sebep olarak vazifelendirdiği Azrail Aleyhisselamı sevmemek, kızmak, hakaret etmek de insanı günahkar yapar. Aynen bunun gibi dünyanın sonu olan kıyametin kopmasında sura ilk üfleyecek olan Hz. İsrafil’dir. Ancak bu sûra üfleme kıyametin kopmasının başlamasına sadece bir sebepdir. Şimdi, İsrafil Aleyhisselamın bu vazifesinden dolayı kıyameti neden kopardın deyip de onu suçlamak da ciddi bir hatadır. Çünkü netice de fiil yine Allah` ın fiilidir. İsrafil Aleyhisselam sadece bir sebep olarak kalmaktadır.
Azrail Aleyhisselam bizim en değerli varlığımız olan ruhumuzun muhafazasından sorumludur. Bizim için kıymetli olan eşyalarımızın muhafaza edilmesi nasıl önemli ise Azrail Aleyhisselam` ın vazifesi de ondan çok daha fazla önemlidir.
Şuâlar’da bu konuya açıklık getirirken Bediüzzaman der ki:
“Bir gün bir duada, ‘Yâ Rabbi! Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin (insanların) şerlerinden muhafaza eyle!’ mealindeki duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı ve tesellidâr (teselli veren) ve sevimli bir halet hissettim, ‘Elhamdülillâh’ dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım.
Çünkü insanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’î hissettim.”
Yani hiç kimseye emanet edemeyeceğimiz, teslim etmeye yanaşmadığımız ve devamlı üzerinde titrediğimiz ruhumuzu bir melek olan Hz. Azrail gibi Allah’ın çok emin ve güvenilir bir elçisinden başkasına teslim edemeyiz.
Ölüm vakti gelmediği, eceli sona ermediği için ölmeyenlerin “Azrail’i atlattı”, “Azrail’e çelme taktı” gibi sözlerin hiçbir anlamı ve kıymeti yoktur. Bu sözler çok yanlış ve gereksiz sözlerdir.
Azrail’in gelip de geri döndüğü, üstlendiği görevi yapmadan çekip gittiği hiçbir zaman vaki değildir ve olmamıştır.
Allah’a en yakın ve Allah’ın birer elçisi olan peygamberlerde bile böyle bir istisna söz konusu değildir.
Peygamberimiz son anlarını yaşıyordu. Bu esnada Hz. Cebrail, Azrail ile birlikte geldi. Efendimizin halini hatırını sordu. Sonra da:
“Ölüm meleği içeri girmek için izninizi ister” dedi.
Peygamberimiz müsaade edince Azrail içeri girdi, Efendimizin önüne oturdu.
“Ey Allah’ın Resulü!” dedi, “Yüce Allah, senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım, istersen sana bırakacağım.”
Peygamberimiz, Hz. Cebrail’e baktı. O da:
“Ey Allah’ın Resulü, Melei Âlâ sizi beklemektedir” dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Ya Azrail gel, görevini yerine getir” dedi ve ruhunu teslim etti.(5)
Demek ki, Azrail görevi aldığı anda, karşısındaki Allah’ın en çok sevdiği ve en mükemmel insan olan Peygamberimiz bile olsa geri dönmüyor. Oysa Yüce Allah, kararı Peygamberimize bırakmıştı.
Peygamberler için böyle bir şey söz konusu değilse, başka birisi için olması mümkün mü?
Âyetin ifadesiyle, “Onların ecelleri geldiğinde, onu ne bir an geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.” (6)
Çünkü ölüm tesadüfe bağlı bir olay değil, kendiliğinden gerçekleşen bir mesele hiç değildir. Onun vaktini, zamanını doğrudan doğruya Allah belirler.
Çünkü hayatı da O vermiştir, ölümü de O verecektir. O’nun bir ismi “Hayy”dir, hayatı verendir. Bir ismi de “Mümît”, ölümü yaratandır.
Bu zamana kadar hiçbir kimse ölümden yakasını kurtaramamış, ölümden kaçamamış ve ölümü yenememiştir, dünyada alacağı nefesi tükenince o büyük hakikate teslim olmuştur.
Ayrıca ölüm bir yokluk, bir hiçlik, bir kayboluş değil ki, ondan korkalım ve ürkelim…
Her şeyden önce ölüm çok çirkin, çok kötü, çok korkunç ve dehşetli bir olay da değildir.
Ölüm, bir geçiştir, fani hayattan sonsuz hayata bir geçiş...
Sonsuz yaşamak isteyen herkesin aralaması gereken bir tül perdedir.
Yaratılışı gereği sonsuzluğu, ebediyeti ve ölümsüzlüğü isteyen her insanın içinde var olan bir olgudur.
Ama ölüm ne zaman, nerede, kaç yaşında? Bu konuda hiç kimsenin bilgisi yok. Böyle bir bilgi kimseye verilmemiş. Hâdise, ölümü yaratan tarafından gizli tutulmuştur.
Çünkü ölüm, her yaşta, her başta, her an ve her zaman yüz yüze gelebileceğimiz bir gerçektir. Hatta hayattan daha açık ve büyük bir gerçektir.
Cahit Sıtkı’nın dediği gibi,
“Kim bilir, nerede, nasıl, kaç yaşında?
“Bir namazlık saltanatın olacak,
“Taht misâli o mûsâlla taşında.”
Necip Fazıl da der ki:
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
“Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”
Ölüm bir yok oluş, bir hiçlik, bir kayboluş, bir bitiş ve tükeniş değil. Bir daha dönmemek üzere ayrılık, hiçbir şekilde buluşmamak ve görüşmemek üzere bir gidiş ve çıkış hiç değildir. Ölüm ötesine inanan bir insan için ölüm, yeni ve taze, bâki ve ebedi bir âleme varıştır.
“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
“Azrail’e ‘Hoş geldin’ diyebilmekte hüner.”
Ben yazdıkLarımdan; Siz anladıkLarınızdan sorumLusunuz..
|