Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Ocak 2015, 19:07   #2
Painfully
 
Painfully - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 24 Ocak 2015
Bulunduğu yer: Yalnızlık.
Mesajlar: 601
WEB Sitesi: www.forumtutkusu.com
IRC Sunucusu: www.forumtutkusu.com
İlgi Alanı:
Alınan Beğeni: 118
Standart Cevap: Felsefi Terimler Sözlüğü

VOLTAİRE (1694-1778)

fransız düşünürü... Tüm aydınlanma düşünürlerince bu hareketin babası olarak kabul edilmiş olan françois Marie Voltaire'ın çalışmaları, 16. ve 17. yüzyılda yepyeni bir kimlik kazanan Doğal Hak anlayışının -Protagoras'ın tarihsel sürece bakışını hatırlatan- insan deneyiminin tarihsel süreçte durmadan gelişip, yetkinleştiği görüşü ile (aklın tarihsel evrimi anlayışı ile) birleşip burjuvazinin istemleri ve çıkarlarıyla çelişmeyen bir toplum ve devlet düzeninin kurulmasında kurumsal bir dayanak durumuna gelişine örnektir.

Voltaire'da diğer aydınlanma çağı düşünürleri gibi insan doğasına yaraşır bir düzenin, bir tek koşulla, aklın, batıl inançların insan üzerindeki egemenliğini kırmasıyla bilimin, korkunun, özlemsel düşünüşün ve baskının doğurduğu, boş inançları ortadan kaldırmasıyla kurulabileceğini söyler. Buunla birlikte Voltaire'in din üzerine düşünceleri, özünde akla uygun bir doğal din ya da doğadini anlayışından beslenen sıkı bir Hıristiyanlık eleştirisi veren ve evreni yarattıktan sonra, bir daha dönüp arkasına bakmayan bir tanrı tasarımı oluşturan deizme karşılık gelir. Aslında aydın bir despotizm yönetimi ile kurucu monarşi yönetimi anlayışlarını birlikte sürdürmüş, aydınlanmış bir monarkın (tekerkin) yönetimini ideal bir yönetim tarzı olarak yaşamının sonuna değin savunmuş olan Voltaire'da din, halkın aydınlanmış bir seçkinler öbeği, aydın bir azınlık tarafından yöneltilmesi düşüncesine -Sokrates'teki entellektüel elitizmini akla getiriyor- destek sağlayıcı bir öğedir.

Voltaire toplumsal düzende sınıfların varlığını çok doğal karşılamış, zengin ve fakirlerin olmasının kaçınılmaz olduğunu söylemiştir. fakat, herşeye rağmen onun feodalizmin köleleştiren düzenine, keyfi yönetime, sansürü ve siyasal baskıya, kilisenin hoşgörüsüzlüğü ve dogmatizmine karşı kararlı direnişi ve karşı çıkışı, onun sınıfsal soruna bakış açısındaki yetersizliğiyle gölgelenemeyecek denli takdire değerdir.


JEAN-JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)

Rousseau'nun Yaşamı: Rousseau 1712 yılında Cenevre'de yoksul bir saatçi ve dans öğreticisinin oğlu olarak doğmuştur. Calvin'in püriten ahlak anlayışının yerleştiği bir kent olan Cenevre'de, püriten bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmişti. Bu onun eşitlikten, ilkellikten, arılıktan yana olan düşüncelerinin oluşmasında etkili olmuş, yine püriten ahlakın baskıcı, tutucu ve sıkı kurallarla örülü yapısı karşısındaki tepkisi ise özgürlükçü görüşlerini etkilemiştir. Rousseau'nun siyasal görüşleri, yaşadığı kentten kaynaklanan, bir kent devleti modeline oturtulmuştur.

Yedi yaşında Plutarkhos'un yapıtlarını dinleyen Rousseau, bu yazarın özellikle -yalın ve eşitlikçi yapısı kafasında derin izler bırakacak olan- Sparta toplumu ve yasa koyucu Lykurgos'u anlatan yapıtından etkilenmiştir

Annesinin Rousseau doğarken ölmesi, babasının da Cenevre'de ayrılması üzerine tek başına kalmıştı. On yaşındayken eğitimini yarıda bırakarak bir papazın yanında çalışmaya başladı. Bu sayede Latince öğrenen Rousseau daha sonra farklı işlerde de çalıştı.

Venedik büyükelçisinin yazmanı olarak çalıştığı sıralarda siyasal konularla ilgilenmeye başladı.

Kaldığı otelde çalışan Therese Levasseur adındaki bir hizmetçiyle tanışan Rousseau onunla evlenmemekle beraber evlilik hayatı yaşar ve ileride, bulunmuş çocuklar yurduna bırakmak zorunda kalacağı beş çocuğu olur.

Aydınlanma düşüncesinin ürünü olan Ansiklopedi'ye müzik vb. konularda makaleler yazmaya başlaması 1745'de Diderot ile tanışmasıyla başlar. 1750 yılında Dijon Akademisinin açtığı "Bilimler ve Sanatların ilerlemesi Törelerin Bozulmasına mı Arınmasına mı Yardım Etmiştir?" konulu yarışmada, bilimsel ve sanatsal gelişmelerin erdemi yok ettiğini, ortaya çıkardığı yeni gereksinimlerle köleliğe kaynaklık ettiğini ileri sürdüğü, "Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma" adlı yazısıyla yarışmayı kazanır. Onun bu yapıtı, uygarlığın gelişimine paralel artan eşitsizliğin insani değerlerin yıkımını gitgide artırması gerçeğine karşı, aşağı sınıfların uygarlığa karşı çıkma biçiminde şekillere tepkisini dile getirir.

1755 yılında, Ansiklopedi'ye "Ekonomi Politik" makalesini yazar. Siyasal düşünüşünün merkezinde yer alan "genel irade" kavramını ilk kez burada kullanmıştır. Aynı yıl İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı adlı kitabı yayımlanır.

Başkent yaşamından zaten sıkılmış olan Rousseau, Cenevre halkının çağrısını kabul ederek ülkesine döner. 1761'de özgürlükleri savunduğu ve aristokratik ahlakı eleştirdiği "Yeni Güneş" adlı yapıtını, 1762'de ise, siyaset üzerine "Toplum Sözleşmesi" ve terbiye üzerine "Emil" adlı yapıtlarını yayımlatmıştır.

Emil'in bir bölümünde bir papazın ağzından sunulduğu "deist" görüşlerinden ötürü, parlamento hakkında soruşturma açılmasını ister. Paris piskoposu kendisine karşı buyrultu yayınlar. Cenevre'de ise cezaya çarptırılır. Bir ara Almanya'da kaldıktan sonra David Hume'un çağrısı üzerine İngiltere'ye geçer. fakat onunla da bozuşur ve bir süre orada burada dolanmak zorunda kalır. Nihayet 1770 yılında Paris'te yerleşme izni alır. Portekiz ve Polonya için kendisinden istenen anayasa taslaklarını hazırlar. Kendi yaşantısını anlattığı itiraflar'ını yazmaya başlar. Tamamlayamadan, 1778 yılında yalnızlık ve yoksulluk içinde ölür.

Jean-Jacques Rousseau'nun çağının ilerisine geçmiş bir aydın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Montesquieu, tarihin silmekte olduğu bir sınıfın, aristokrasinin çıkarlarını savunmaya kalkarak zamanın gidişine ters düşen bir duruma düşmüş ve çağının gerisinde kalan bir ideolojiyi temsil etmiştir. Oysa Rousseau zeminini 19. yüzyılda bulacak olan bir ideolojinin görece temsilcisi olmuş ve ileride işçi sınıfının önderlerine ve ideolojisine hizmet edecek düşünceler üretmiştir.

Eşitsizlikçi toplum eleştirisini, insanların özgür ve eşit oldukları, mutluluğun egemen olduğu -ve antropologların anlattıkları ilkel yabanıl sürü toplumlarına pek benzemeyen, kendi kafasında biçimlendirdiği- bir ilkel topluluk modelini ülküleştirerek oluşturmuştur. Bu açıdan baktığımızda çağımızın çok gerilerinde kalmış bir döneme duyduğu özlem üzerinden yaptığı uygar toplumun eşitsizlikçiliği eleştirisi yetersiz kalmakta ve Rousseau da çağının gerilerinde kalmaktadır.

İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağını, yani doğa durumundan uygar topluma geçişin kaynağını özel mülkiyette bulur ve şöyle der: "Bir tarlanın etrafını çitleyip 'burası bana aittir' diyen ve bu söze inanacak kadar saf kişiler bulan ilk insan uygar toplumun kurucusu olmuştur." (İnsanlar arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, II. Bölümün ilk sözü)

Rousseau, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı'nda, uygar topluma özel mülkiyetin doğa durumu eşitliğini bozmasıyla geçildiğini söylemekle birlikte, Toplum sözleşmesi adlı yapıtında bu geçişin bir sosyal sözleşmeyle yapıldığını söyleyerek, birbirinden farklı iki görüş öne sürmüş olur.

Toplum sözleşmesi kuramında Rousseau, hem doğa durumundaki özgürlüklerini korumak isteyen, hem de doğa durumunda ortaya çıkan kavgalara son verecek bir egemenin yönetimi altına girmek isteyen insanın, herkesin tüm haklarını topluma devrettiği ve aslında hiç kimseye devretmediği, kendi kendine itaat ettiği bir durum doğuracak bir toplum sözleşmesiyle bu problemi çözdüğünü öne sürer.

"Rousseau'nun ideali, toplumsallaştırılmış büyük üretimin değil de küçük mülk sahiplerinin toplumculuğudur."(1) Eşitliğin ve özgürlüklerinin korunduğu toplumsal yapının işleyişini ise toplumsal (ortak) yarara karşılık gelen bir genel irade egemenliği sağlayacaktır.


DİDEROT (1713-1784)
fransız düşünürü... Denis diderot "yaygın olan düşünüş tarzını değiştirmek için kurulmuştur" dediği Ansiklopedi'yi, Aydınlanma'nın temel metni haline getirme uğraşısı veren en önemli düşünürlerdendir. Aydınlanmaya verdiği önem, bitmez tükenmez enerjisi ve ilgilerinin çeşitliliği ile Voltaire'e benzetilir. "Sağlam bir hümanist kültür edinmiş, İngiliz edebiyatı, güzel sanatlar ve müzik alanında kazandığı bilgilerle kültürünü daha da zenginleştirmesini bilmiştir."(4)

Bilgi dünyasının enginliği ve savaşçı ruhuyla çok güçlü bir düşünür olan diderot, "belli bir felsefesi sistem ya da düşünsel bütünlüğe sahip değildi. Bu açıdan da en azından fransız Aydınlanması'nın "filozof" tipinin uygun bir örneğini oluşturuyordu."(5) D'Alembert'in materyalizminden etkilenmiş; d'Holbach'la birlikte duyumcu bir bakış açısı yakalamış, ancak sonunda atomist, panteist ve deneysel yaklaşımın üstünlüğünü ileri sürerek eklektik bir tavırla dünyayı anlama çabasına girişmiştir.

Diderot, Hristiyanlık dinini reddetmiş ama insan tabiatına ve doğaya uygun bir din anlayışını kabul etmiştir. Bağnazlığın karşısına aklı ve eleştirel düşünceyi çıkarmış olan düşünürün 1746 yılında yazdığı filozofça düşünceler adlı yapıtı, pek çok din adamının saldırısına hedef olmuş Jansenist mahkemesince eser yaktırılmıştır.

Diderot'un ahlak anlayışına gelince, yine din konusundaki görüşlerini oluşturan tabiata uygunluk ilkesinin devreye girdiğini görürüz. Tabiat kendi içinde insan için en iyi olanı barındırdığına göre, ahlak kuraları da doğaya uygunluk içinde olmalıydı.

Bütün bunların yanında Diderot, tiyatro alanında da birçok yenilik getirmiş, gerçeği ve toplumsal sorunları sahneye sokmaya çalışmış, kimilerince modern tiyatronun gerekçi ve toplumcu kolunun öncüsü sayılmıştır.





[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
 Painfully isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı